11 Eylül 2011 Pazar

İ.B.B 2-0 Galatasaray: Batı Cephesinde Değişen bir şey yok... Henüz!

Yeni bir sezon. İnsanın, parçalı forma da olmasa, başlayan ligi izlemek için hiç de hevesi olmadığı bir sezon. Topun dahi oynanmak istemediği, çelişki yumağı federasyonun,
Türk futbolunu Lig Tv yönetimine bıraktığı, hala mahkemenin kararlarının doğuracağı sonuçların hesaplanamadığı, muammalar ligine start verdik. Bunları göz ardı edip de futbola odaklanmakta ciddi problemler yaşamaya devam edeceğimizi düşünüyorum. Bu kaos ortamında, sahadaki sonucun yüzümüzü güldürmemesi ise yeni sezonda eski olan tek şey. Takımın yarısı yeni, birbirlerine alışacaklar, bekleyeceğiz. Oyuncuların bir çoğunun kondisyon sorunları var, düzelmelerini bekleyeceğiz. Ne takımın ne de kendisinin, kaptan olduğunun farkında olduğu Sabri'nin pazubandı var, alışacağız. Kimlere, nelere alışmadık ki bu forma uğruna?

Geçtiğimiz sezon takımın elle tutulur herhangi bir bölgesi yoktu, o yüzden bu kadar transfere rağmen hala stoperde ve solbekte eksiğimizin olmasına çok da sesim çıkamıyor. 4-1-4-1 çok uzun zamandır Florya'da antremanlarda bile uygulanmamış bir formasyon ama dizilişe kabahat bulmaya dilim varmıyor; geçtiğimiz sezon dizilişsiz bile çıktığımız maçlar oldu. Endişelendiğim nokta, çok alternatifli gibi duran kadronun, nicelik bakımından zayıf olması ve taşları yerinden oynattıkça uyum süresinin uzayacağı gerçeği. Örneğin; yılların sağ bek sorununu Ujfalusi'yle giderdik derken, yeteneği kısıtlı ama çift ciğerli Sabri'yi kullanmak adına, Çek oyuncuyu stopere çekmek durumunda kaldık ve bu ve buna benzer sahneleri daha çok göreceğimizi düşünüyorum.


Takım için bir şeyler söylemek gerekirse; yeni sezondan mıdır Terim etkisi midir bilinmez, istekli ve mücadele eden bir yapı sergilediler. Selçuk'un takıma hakim olabilmesi için daha çok zamana ihtiyacı olduğundan orta sahada topu yeterince dağıtamıyoruz. Topu zaman zaman iyi paylaştğımız da oldu evet ama sahada son vuruş yapabilecek sadece iki oyuncumuz vardı. İşin kötüsü topu onlara nasıl aktaracağımızı da henüz öğrenmiş değiliz. Elmander sakatlandığı için gününde olmayan Baros'u, pozisyonunu yedekleyen biri olmadığı için de hırssız Kazım'ı değiştirmekte eli güçsüz kalan Terim'in sağ açık/forvet pozisyonuna zamanla Sercan'ı kaydıracağını düşünüyorum. Baros çıkarken Riera'nın değil de Engin'in girmesine de çok anlam veremedim ama ilk haftanın günahı olmaz diyelim. Göze batan tek oyuncu olan Melo, yer yer konsantrasyonunu kaybetse de çok kaliteli, bu ligin fersah fersah üstünde bir oyuncu, yaptıkları yapacaklarının teminatı olacaktır. Aynı şekilde Muslera da kalitesini ve farkını ortaya koydu, yediği gol için muhtemelen bir sürü atıp tutan olacaktır da, daha önce bu adamı izleyen, daha öncesini de geçtim en azından Youtube videolarına göz gözdiren biri Muslera'nın tek hamlede topa sahip olma konusunda çok eksiği olduğunu ilk bakışta farkedebilir. Ancak bu deli dehşet refleksleriyle ve duruşuyla güven verdiği gerçeğini değiştirmiyor. Tekniğini taktiğini uzun uzun konuşacağız zaten ama umarım Sinyor Terim ruh çağırma seanslarıyla bu işin olmayacağını görmüştür.

Uzun zamandır büyük takım hüviyetinde değiliz; harcanan onca paranın, getirilen "büyük" teknik direktörün açıklaması da yarışmacı, hedefi olan bir takıma sahip olmak kadar, sahaya çıktığında mutlak favori olan ve rakiplerin çekindiği bir takım yaratabilmekti. Bu sebepten yeni bir felsefe, yeni bir ekol, genç, yıldız adayı futbolcular değil de kısa vadeli direkt başarı vaad eden yönetimin ve Terim'in, içler acısı bir mali tabloya sahip olan kulüpte çok fazla kredisi olacağını düşünenlerden değilim. Ünal Aysal ve ekibi bir kumar oynadı ve bu kumarda kaybedenin hayatta kalma şansı yok. Artık ne vasat futbola ne de kötü skora tahammülü kalmış bir taraftar güruhunun ne kadar süre oyalanmaya tahammülü olur meçhul ancak bankaların ve alacaklıların, söz konusu Galatasaray bile olsa, iş alacağa gelince tahammülleri olmuyor.

Bugün alınan mağlubiyetin açıklanmasına ihtiyaç yok; En önemli iki Türk futbolcusunu şike soruşturmasına kurban veren, toplam transfer bütçeleri Melo'nun bir yıllık maaşına denk gelmeyen, toplasan yüz kişi etmeyen bir kuru kalabalığa oynayan takımı, çıkıp yenemedikten sonra hangi sözün kime, ne faydası olur. Abdullah Avcı yıllarını heba ediyor, ne uzayacak ne de kısalacak bir takımda verdiği onur mücadelesi takdire şayan, keşke iyi bir menajeri olsa da bu adamı Avrupa'ya götürse, muhtemel bir iç piyasa transferine, ne milli takımın ne de üç büyüklerin(en çok da Galatasaray'ın) tahammülsüzlükleriyle onu harcamalarına izin vermese...

Bugün dünden çok farklı değildi ve biz yarına umutla bakabiliyorsak, ne transferlerden ne de imparatordan kaynaklı bir güvendendir, yan yana geldiklerinde dünyanın en güzel görüntüsünü oluşturan iki renge olan aşkımızdan, ertesi sabahlara mutlu uyandırdığı gecelere olan saygımızdandır.

14 Haziran 2011 Salı

Tersini Düzünü

Hazır kesim bir pantolon&ceket iş birliğinin peşine takılmış gidiyorum. Üzerine düşünmemek, öteledikçe ötelemek, kaçınılmazı uzaklaştırmıyor. Alternatif ürettiğimde gülüyor insanlar, potansiyeli olan her firar fikrime "saçmalama" diyorlar. "Bir sınava girdin ve kararını verdin" ; hayatının zor dönemlerinden biriymiş, konsantre olamıyormuşsun, gerçekleri algılamak için fazla çocukmuşsun, kimin umurunda... Adına yol dedikleri bir labirentin içinde koşturtuyorlar beni. Gülüyorum bazen ama çokça yoruluyorum. İlerleyememek zulmediyor beynime yoksa karanlıktan zarar gelmez bana. Uyanıyorum, demirden korkan ben; anlamsız işler treninde hangi vagona otursam aynı etkiyle karşılaşacağımı biliyorum. Belirsizlik arttıkça susuyorum, ki kelimeler neyi aydınlatmış bugüne kadar?

Daha iyi olacağına dair bir belirti yok. Kaldı ki daha iyi olacağına dair bir umudum da yok. Her gün yeni bir karar vermem gerekiyor. Bir gün önce aldığım karar bir sike yaramış gibi ertesi gün yeni bir seçime zorluyor hayat. Kararları erteliyorum, çünkü emin olmayarak aldığım her karar eninde sonunda elimde patlıyor. Okulların yarım gün olduğu karne günlerini özlüyorum. Tasa uzun zamandır misafir bu kentte... Siktir olup gitmesi için ne yapmam gerekiyor bilmiyorum ama biraz daha gitmezse, kendini yola vurmayanı Bangbros otobüsüne kendi ellerimle bindirmezsem adam değilim. Zaten adam da değilim ama orası ayrı bir şarkının hikayesinde gizli...

Bazen fişi takmak geliyor içimden, gitmesi uzun sürmese de önüme bakmaya çalışıyorum. Gördüğüm manzara midemi bulandırıyor. Etrafımda bir sürü çocuk var, hayatla ilgili hiç bir boktan haberleri yok. Arkamda bırakacağım bir sürü var. Çocuklaşamayanlara sinirleniyorum. Çocuklara da sinirleniyorum. Ruh halim düzlüğe çıktığında haberiniz olur merak etmeyin. Kibrim, zihnimdeki yaraların üstünü kapatacak düzeydeydi hep. Buradan sonrası ne sizi ne de beni alakadar ediyor. Yarısını alın gidin işte.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Hatır Şikesi & Kapalı

"2005 Avrupa Şampiyonası'nda Ermenistan'ı yendik. Galler'le berabere kaldık. Maçtan sonra tartışma yaşandı. Hollanda maçından alacağımız beraberlik bizim üst tura çıkmamıza yetiyordu. İkincinin kim olacağı bize bağlıydı. Son dakikaya 1-0 öne girdik. Hollanda'da Türk ve Müslüman arkadaşlarımız vardı, ani bir refleks olarak onların çıkmasını istedik. Son dakikada gol yedik. Hollanda bu kez finalde karşımıza çıktı. 2-0 yenip şampiyon olduk. Peru'daki üçüncülük maçında da Hollanda ile oynadık. Bizi 2-1 yenip üçüncü oldular. Avrupa elemelerinde o golü yemeseydik, Peru'da karşımıza çıkamayacaklardı. Takım olarak futbolda duyguya yer olmadığını anladık."

"A Takım'da gol atarsam kapalı tribün önünde samba yapmak istiyorum."

Four Four Two, Ekim 2006.

3 Nisan 2011 Pazar

Altın Yıllar


Gülümsedim, yaklaştım:
- ...
+ Merhaba, tanımadın mı?
- Aa hasan. Nasıl tanıdın! Değişmemiş miyim?
+ Hiç. Burada mı yaşıyorsun? Yurt dışındasın diye biliyordum.
- Bilkent'teydim. Değişim programıyla Amerika'ya gittim bir sene o kadar. Yüksek lisans yapıyorum şimdi Sabancı'da ama yine gideceğim galiba Amerika'ya, doktora için. Sen neler yapıyorsun?
+ İ-işletme okuyorum, yedinci senem.
- A.
+ ...
- ...
+ Peki, görüşmek üzere. Hoşçakal.
- Sen de!


Yüzüm gülsün diye gittiğim ama sadece yaşayacak kadar para kazanabildiğim bir işim var. Elime mavi bir banknot geçse ne yaparım bilmiyorum; uzun zaman oldu. Hiç hırsım yok. Bir an gaza gelsem, bir başarıyla motive etmeye çalışsam kendimi, yapamam; uzun zaman oldu. Sevgilim yok. Keşke sevgilim olsa dediğim biri yok. Sevgilim olsa nerelere giderdik, ne yapardık bilmiyorum; uzun zaman oldu.

Kendim gibi çok insan tanıyorum gitgide. Acılar, çabalar, pişmanlıklar o kadar benziyor ki birbirine, tek başıma düzlüğe çıkmamın imkanı yok. İşin garibi bu kadar çok insanın birden kazanmasının da imkanı yok. Sigarayı kendine fon edip durmadan öksüren, sabah akşam elinde renksiz bir gazete sayfasıyla atları izleyen adamlardan tek farkımız, daha az kaybetmiş olmamız. Hangimiz kurtuluşa yakın, bilmiyorum.

Hayat düzenli olarak iyiye gitmiyor. Aslında ısrarla kötüye gidiyor ama birilerini kızdırmaya gerek yok, beterin beteri var. Ajandaya gereksinimim olmadı hiçbir zaman, tarihlerin zaten anlamı var. 3 Nisan 2010, 3 Nisan 2009'u aratıyor. Bu sene de bir fark yok. Halef, selef; herkes bizi sikiyor.

İki ihtimal var... Birincisi; insan ömrünün baharı bu değil, eskiler bizi yiyor. Korkunç olanı, ikincisi; çok büyük şeyler kaçırıyoruz. Bir daha asla bu kadar aydınlatmayacak güneş varken sokağa çıkmıyoruz. Bir daha asla bu kadar güzel olmayacak kadınlar varken susuyoruz. Bir daha asla bu kadar yalnız olamayacakken boktan insanları dinleyip kendimizden uzaklaşıyoruz.

Gücümüz de bir yere kadar yetiyor, yoruluyoruz.

- Profilindeki fotoğraf ne?
+ Beyrut. Gidene kadar değiştirmeyeceğim.
- Yuh! Yıllarca orada mı duracak?
+ Niye yıllarca?
- Allah söyletti herhalde.

23 Mart 2011 Çarşamba

Hayat

Güzel bir gün, pırıl pırıl gökyüzü, hafiften kaybolan derbi kasveti, günler önce yapılan planlar... Gel gör ki hayat aynı hayat. Öldürücü darbeyi bekliyoruz hayattan ne zamandır fakat bir türlü gelmiyor. Gazı da Regina veriyor bu sefer: try it again, breathing's just a rhythm.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Futbolun Değişimi

Yönetici tipleri de değişti. Zamanın ünlü bir futbolcusundan dinlemiştim. Sevgilisiyle şehrin caddelerinde turlayan futbolcusunu gören yönetici, acı bir fren ile yanlarında durur. Arabadan hışımla iner. Futbolcunun avucunun içine arabasının anahtarlarını sıkıştırır ve "bu takımın futbolcusu yürümez, en iyi arabaya biner. Siz gidin ben yürürüm" der. Yönetici yürüyüp uzaklaşır. O yönetici şehrin hırdavatçılarından biridir. Aynı şehrin bir başka yöneticisi, bu olaydan 20 yıl sonra bir başka olaya imza atar. Şehrin ileri gelen kuru bakliyatçılarından birine bir gün telefon gelir. Arayan, şehrin takımının bir yöneticisidir; "tesislerin mutfağında pişirecek yemek kalmadı" der yönetici. Kuru bakliyatçı hemen 5-6 çuval malzemeyi tesislere gönderir. Ertesi gün kapıya bir kamyonet yanaşır. Kamyonetten inen adam, "beni kulüpten gönderdiler, yüklenecek malzeme varmış" der. Bunun üzerine kuru bakliyatçı tesisleri arar. Dün gönderdiği bakliyatların ulaşıp ulaşmadığını sorar. Telefondaki yönetici; lig uzun, bu gönderdiklerin bize iki hafta ancak yeter, o yüzden kamyoneti gönderdik" der. 1972-73 sezonundayız. Gece 22.30. Kapı çalınır. Kapıyı futbolcunun annesi açar. Karşısında oğlunun oynadığı kulübün iki yöneticisi ve teknik direktörü vardır. "Anneciğim, oğlun evde mi?" diye sorarlar. "Uyuyor" yanıtını alan yöneticiler ve hoca sevinirler, teşekkür edip giderler. Bugün mü? Artık kulüp yöneticileri ile futbolcular gece alemlerine beraber akıyorlar. Zamanında eve sağ salim dönebilsinler diye!


Çocukluğumu geniş bir sokakta geçirdim. O günlerde arabalar çift taraflı park etmezdi. Sadece elinde pazar filesi olan ve ne hikmetse her seferinde top isabet eden amcaların, teyzelerin geçtiği bir sokaktı. Bir gün plastik topumuz ve cebimizde harçlığımız yokken, mahallenin çocuklarıyla oturmuş, ne halt yiyip de top alacağımızı konuşuyorduk. Bu uğurda, neredeyse bütün çizgi romanlarını aşağı mahalle çocuklarına satmış üst mahalle çocuklarıydık. Karar verdik, yoldan geçenlerden para isteyecektik. Ama utandık, yapamadık. Sonra içimizden birini bir adamla konuşurken gördük. Hemen oraya koştuk. Adam nasıl top yapacağımızı anlatıyordu. Çevredeki çöpleri toplayacaktık ve sağlam bir poşetin içine dolduracak, bir ip ile bu poşeti bağlayacaktık. Ve yaptık. Zıplamayan, kötü kokan, falso almayan, yuvarlak olmayan ve haddinden daha ağır bir futbol topumuz olmuştu. Ama yetinmesini bildik. Oynadık, oynadık, oynadık… Bir süre sonra topumuz sokakta nadir bulunan arabalardan birinin altına kaçtı. Çıkarmak için birimiz arabanın altına girdi ama poşetin bir kenarı arabanın altına takılmıştı, farketmedik. Çekerken poşet yırtıldı ve içindekiler arabanın altına dağıldı; topumuz patlamıştı. İşte çocuğun elinden oyuncağını almak böyle bir şeydi, öğrendik. O gün her zamankinden daha erken gittik evlerimize; annelerimiz camdan aşağı sarkıp ismimizi haykırmadan, babamız eve gelmeden, sofra hazırlanmadan. Arabanın altına top kaçmıyor artık. Çünkü top tepecek sokak kalmadı. Halı sahalara kaçtı gençler, sadece parası olanlar tabii. Belki de bu yüzden herkes bilgisayar başında menajer oldu. İnternetteki futbol oyunları yeni bir sektör oldu. Herkesin en az bir sanal takımı var artık. Herkes ya kulüp sahibi ya da menajer. Eskiden oynardık, şimdi oynatıyoruz.


Değişen sadece futbol mu? Bizler değişmedik mi hiç? Belki hala küçüklüğümüzdeki takımın peşinden koşmaya devam ediyoruz. Ama artık "ya ya ya şa şa şa" diye bağırmıyoruz. Attığımız sloganlarda rakibe karşı nefret de var. Karşısındakinin bacakları arasından top geçirerek, rakibini madara eden futbolcumuza "oley" diye bağırıyoruz, acımasızca, rakibin de bir insan olduğunu, o işten ekmek yediğini unutarak. Artık bunu yapan bir futbolcuyu tokatlayan babalar da kalmadı. Veya çocuğunu öğle namazında toprağa verip, maça koşacak, kanser olduğunu kulüp yönetiminden ve takım arkadaşlarından saklayıp, ölümüne futbol oynayacak, kırık bir serçe parmağıyla, kanat oynayıp, 90 dakika boyunca onlarca orta yapabilecek ve acısını maç bitene kadar gizleyebilecek futbolcu kaldı mı acaba?


Futbol sevgimiz ise hiç değişmedi. Hiç beğenmesen de, sevgilin saçlarını kestirse veya başka bir renge boyatsa, onu sevmekten vazgeçebilir misin? Teninin kokusu değişmez ki. Bakışlarındaki parıltı sönmez ki. Bu da öyle bir şey işte. Bu değişimin sonu gelmeyecek. Her değişim seni mutlu etmese de, oyun devam edecek. Top çizgiyi terk edene kadar, oyun devam kalacak.


Sen çizginin neresindesin? İçinde mi, dışında mı? İşte önemli olan bu.

Bülent Gürsoy, Piknikte Dömivole.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Galatasaray 1-0 Sivasspor: Gayesiz, Bomboş


Tribün merakı ya da forma özleminden değil, yapacak daha iyi bir şey olmadığından 5'te girdim stada. Hiçbir şey yok etrafta. Laf olsun diye değil, hiçbir şey yok. Alkol satışı yok, aylak aylak gezeceğin Profilo/Cevahir yok, iki durak ötede Taksim yok, -ah pardon, Kanyon var-, iddia bayii yok, yani maçtan saatler önce gelmene sebep hiçbir şey yok. "Ailelerin gelip tüm günlerini geçirdikleri bir ortam yaratmak istedik" dediniz iyi güzel de, bir maçtan 3 saat önce gelin bakalım, n'apabileceksiniz...

Bizim koltuğun iki sıra yanında yaşlı bir adam, yanında dört kişi daha. Anlattığına göre malum günlerde Kopenhag'da, Monaco'daymış. Lokomotif Moskova maçı için günübirlik Rusya'ya giden, sol üstteki Metin Oktay pankartına bakıp susan bir adamdan bahsediyoruz. Cebinden Lise kimliğini çıkartıp gösteriyor. Bizi Ali Sami Yen'den ayırana bela okuyor, "bir delikli kuruşumuz yokmuş, hasiktirsin oradan orospu çocuğu" diyor. "Beğendin ama stadı, güzel olmamış mı baba?" diyor birisi, cevap bile vermiyor.

Hala misafiriz. Takım burada. Galibiyetler, şampiyonluklar burada gelecek. Seveceğiz er ya da geç ama sıkıntı sevmek değil. Revivo'yu bile sevdiysek vaktinde, Kazım nasıl sevilmeye başlanıyorsa burası da sevilir elbet. Gel gör ki alışmak için aynı şeyleri söyleyemiyoruz. Alışmak sevmekten daha zor geliyor.

Maça dair fotoğraftaki iki adam dışında söylenecek pek bir şey yok. Geriye kalanları seyrederken maziyi düşünüp hayallere dalıyoruz.

16 Ocak 2011 Pazar

Yavaş

"Galatasaray Başkanı açıkladı: "Stadın mimarı olan sayın Başbakan dün hiç haketmediği bir olaya maruz kaldı. Elimizdeki 200 kamera ve 40 tane de polis kamerasının görüntüleri incelenecek ve bu insanları bir daha bu statlara sokmayacağız."

Kombine Taahhütnamesi

8) MÜŞTERİ, tüm müsabakalarda genel kabul görmüş centilmenlik kurallarına, KULÜP tarafından tespit edilmiş kurallara, güvenlik güçlerinin talimatlarına ve "7 Mayıs 2004 tarihinde 25455 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5149 Sayılı, Spor Müsabakalarına Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'a ve bu Kanun kapsamında daha sonra yayınlanan tüm düzenlemelere uymayı peşinen kabul, beyan ve taahhüt eder. MÜŞTERİ tarafından bu kurallara uyulmadığının tespit edilmesi halinde, Bir Buçuk Sezonluk Kart ihbara gerek olmaksızın ve herhangi bir bedel ödenmeksizin KULÜP tarafından geri alınır ve iptal edilir. MÜŞTERİ, böyle bir durumun vukuu bulması halinde hiçbir hak, alacak ve tazminat talebinde bulunmayacağını peşinen kabul, beyan ve taahhüt eder.


14) MÜŞTERİ'nin yaptığı hareketler sonucu KULÜP'e gelecek her türlü maddi ceza, tazminat ve zararlar aynen MÜŞTERİ'ye rücu edilerek, tahsil edilir. Ayrıca Bir Buçuk Sezonluk Kart herhangi bir bedel ödenmeksizin iptal edilir.

Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun

Amaç

Madde 1- Bu Kanunun amacı; spor müsabakalarının yapıldığı alanlar ile bunların eklenti ve çevresinde müsabaka öncesinde, müsabaka esnasında veya sonrasında şiddetli rekabet ve bunun doğurduğu fanatizm sonucu patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı, kesici veya delici maddelerin kullanılmasının, şiddet ve düzensizliğin, kişilik haklarına, ailevî veya manevî değerlere yönelik hakaret, sövme ve aşağılayıcı slogan ve davranışların yer aldığı sporun ruhuna, ilke ve kurallarına uymayan kötü tezahüratın önlenmesi suretiyle huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığı ve kamu düzeninin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemler ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir.

Çirkin ve kötü tezahürat

Madde 12- Müsabakanın yapılacağı yerde veya yakın çevresindeki yollarda, meydanlarda, caddelerde veya benzeri yerlerde, toplu taşıma araçlarında, umuma açık diğer mekanlarda ferdî veya toplu olarak, takımlar ile taraftarlarını, kulüp başkan ve yöneticilerini, antrenörünü ve sporcularını, hakemleri ve federasyon yöneticilerini, müsabakada görev yapan diğer kişileri, söz veya hareketlerle aşağılayıcı, tahrik ve taciz edici kötü söz niteliğinde slogan atılması ve çirkin tezahüratta bulunulması yasaktır.

Yasak fiiller

Madde 17- Spor ahlâkına aykırı, tahrik edici, aşağılayıcı, dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet, etnik ve siyasî ayrımcılığa yönelik söz sarf edilmesi veya bu mahiyette afiş veya pankartların müsabaka alanına veya yakın çevresine asılması yasaktır.


Peki, neye dayanarak sokmayacaksın bizi oraya?


15 Ocak 2011 Cumartesi

Mecburiyet

Ameliyattan çıkan annem.
Yedinci senesinde bitmeyi bekleyen/bitemeyecek gibi görünen okulda final haftası.
Onca alışkanlığa, tanıdık mekanlara veda.
Cepte stada gidip dönebilecek kadar yol parası.
15 Ocak 2011'de ne varsa hayatımda -ya da ne yoksa-, bu akşam orada olmamamı gerektiriyor. Bir tarafı bu. Diğer tarafında ise gerçek hayat var. Hiçbir şey yolunda değilken, hayatın tam ortasını bırakıp gitmişken bugün mutlu olmamak gerekiyor.
Yeni bir hayat başlıyor. İtaat eden biziz, kuralları yine biz koyamadık. Zaten isyan etmeyi becerebilsek birazdan yola düşüyor olmazdık.