11 Ağustos 2002. Baba Lucescu gitmiş. İkinci Fatih Terim Dönemi'nin ve sezonun ilk maçı, üçüncü yıldızla çıkılan ilk maç. Bunlar olmasa da benim için ilk maçtı zaten. Biletleri karaborsadan kuzen almıştı, kalan parasıyla maçtan sonra iki çeyrek köfte bir de ayran alabilmiştik. 2 tane Ümit Karan, 1'er tane de Felipe ve Arif atmış, 4-1 kazanıp haftayı lider kapatmıştı Galatasaray. Hakem Erol Ersoy'du, Samsunspor'da Ertuğrul vardı. Takımlar ısınırken Rambo Okan o gece kaldığı reklam panolarından çıkıp, bir elinde Fenerbahçe bayrağı diğer elinde bıçakla santraya koşmuş, bugünlerde taraftarın yerden yere vurduğu Ayhan, eylemin başarıyla sonuçlanmasına mani olmuştu. Ertesi gün Hıncal, "bu takımdan bir şey olmaz" minvalinde şeyler yazmıştı.
Demem o ki, o güne dair her şeyi hatırlıyorum. Övünülecek bir şey değil bu, aynı kafada milyonlarca insan var evrende. Şimdilerde dillerden düşmeyen, "başarısızlık nedir bilmez şımarık nesil" mensubu ve İstanbul'a uzak herkes için ulaşılamaz bir yerdi Ali Sami Yen. Bilmiyorum, halen öyle belki de. Lise bittiğinde aileye karşı çıkıp, daha rahat bir hayatı reddedip, 16 yaşında tek başına İstanbul'da yaşama sebebiydi benim için. Geride kalan 6 yılda hayatımı sikse de bu şehir, eşitliği bu stadın içinde, çevresinde geçirdiğim dakikalar sağlıyor. Cumartesi, 20.45'ten sonra Mecidiyeköy, İstanbul'un en boş semti. Bir daha yok. İşe gelirken, işten giderken yok. Yani; bir daha hiç yok.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)