Mutluluk. Benim sorunum işte bu. Mutlu olamıyorum. Hiç olmadım. Başıma
iyi şeyler geldiğinde bile mutlu olamıyorum. Her sabah gözlerinizi hiç
motivasyonunuz olmadan açmanın ne demek olduğunu tahmin bile
edemezsiniz. Tek bir sebep için harcadığım gayret. Sadece bir sebep. Her
şeyin yok olmasını engellemek için bir sebep. İnanın bana elimden
gelenin en iyisini yapıyorum.
En iyisini. Hem de hayatımın her günü.
Çok sığ yorum olacak ama böyle bir tiradla başlayan filmin kötü çıkması zaten imkansızdı. IMDB'de korku filmi denmiş, alakası yok. Birkaç sahnede geriliyor insan fakat o da korkudan değil, meraktan.
Filmde hepimizin ucundan kıyısından bulaştığı keyfi mutsuzluk yok. Cesar karakteri harbiden mutsuz. Yoğun bakımda, dış dünyadan kopmuş, neredeyse bitki gibi yaşayan annesine dahi anlatacak bir şeyi yok adamın. Şükretmeye programlandığımızdan olsa gerek, filmin başındaki repliğin yarattığı etki dakikalar ilerledikçe acıma duygusuna dönüşüyor. Acıma da değil aslında. Şu filmde Cesar'ın fiziksel olarak değil ama ruhsal açıdan verdiği zararlar hiç yabancı değil. Mutlu olmak gittikçe zorlaşmış, insanların hayattan aldığı keyif böylesine azalmışken her geçen gün daha da artıyor Cesar gibi insanlar. Sabah evden bebek gibi çıkanlar birkaç insanla iletişime girdikten sonra baruta dönüyor. Hayatımın herhangi bir döneminde insanlardan nefret ettiğini, evde yalnız vakit geçirmekten hoşlandığını söyleyenlerin sayısının bu kadar çok olduğu bir dönem hatırlamıyorum.
Marta Etura-Luis Tosar, İspanyolların Hakan-Arif'i galiba. Madeni bulmuş İspanyollar, işledikçe işlemişler. Luis Tosar Celda 211'de Veron'a benziyordu, bu filmde de Robbie Williams'ı andırıyor. Bir de Clara'nın Juventus tişörtlü sahnelerinin -erik gibi- mesajı ne acaba? Film Katalonya'da geçiyor, hatun oralı, manita desen o da İspanyol. Yönetmen ya Juventus dilosu ya da Milan taraftarı; o sahnede "işte böyle ..." mesajı veriyor.
0 yorum:
Yorum Gönder