23 Ocak 2017 Pazartesi

Hasret

4 Nisan 1932, Pazartesi

Ernestine,

Odamda yapayalnızım. Pastel kutusunu bana ödünç veren bir ressam arkadaşın pastelleriyle bir şeyler yapmaya çalıştım. Yalnızım. Dışarıda yağmur yağıyor ve ben, belki de yirmi birinci kere mektubunuzu okuyorum. Hatta mektubunuzu okuya okuya ezberledim diyebilirim. Evet Ernestine… Mektubunuz bana neler neler, ne ümitler vermedi ki! Ya şu iki aya ne demeli? Ne kadar aptalca ve uzun koca iki ay! Söyleyin bana, nasıl geçireceğiz bu ayları? Resim yapmak gerek. Deliler gibi çalışmak icap edecek. Tek çıkış yolu bu. Sizden mektupların en uzununu beklerken, size kollarımı yolluyorum. Onlara izin verin de sizin yaramaz saç buklelerinizle oynasınlar ve yüzünüzdeki boya lekelerini silsinler.



19 Ocak 2017 Perşembe

Kader Kapıyı Çaldı

 

1964 tarihli, Ülkü Erakalın filmi. Senaryo da Yeşilçam efsanesi Bülent Oran'ın. Başrollerde Türkan Şoray, Ekrem Bora ve tam Hollywood jönü olan Muzaffer Tema var. Türkan Şoray, bir dans sahnesinde anlık görünen kadınların dışında filmdeki tek kadın. Henüz 19 yaşında ama kariyerinin başları değil çünkü 48. filmi. Yeşilçam'ın üretim delisi olduğu yıllar. Müzikler arasında, filmin adından etkilenerek mi yoksa filmin adını belirleyen mi bilinmez ama Kaderimin Oyunu ile Capricho Arabe var.

İlkokul, ortaokul yıllarında hafta sonu sabahları Vahi Öz filmleri izlerdik. İlla bir kanal yayınlardı. Çok garip değil; yalnızca 1963-1968 arası 5 yılda 49 film çekmiş. Babam ise gençliğinde Western ya da Kara Murat hastasıymış ama TRT'nin veya sayıları bugünlerde epey artan, o dönemdeyse tek tük olan sinema kanallarının yayınladığı bu filmleri izlemek varken bize pek ses etmezdi.

Vizontele'de Nazmi, "İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir..." diyordu. Son 6 aydır iyice yükselen "bu ülkede yaşanmaz" nidalarının arasında hiçbir yere gidemeyen ve ülkeyi sevmekten başka çaresi olmayan bir insan olarak, buraya dair sevdiğim şeyleri hatırlama gereği duydum. Fazla da uzun sürmedi. Youtube sayesinde Yeşilçam neredeyse tüm arşiviyle orada duruyordu. Önce Ömer Lütfi Akad filmleriyle başladım. Vahi Öz filmleriyle devam etmeye niyetlendim, güzel günleri de hatırlatıp iki kere mutlu etsin diye. Fakat rastgele açtığım film, muhtelemen bir elin parmağını geçmeyecek kötü karakteri oynadığı filmlerden birisine denk geldi. Zaten bu yüzden olacak ki o unutulmaz sesi yerine, dublaj kullanmış yönetmen seyircinin buna alışmasını sağlamak için.

8 Ocak 2017 Pazar

99 numara

"Feride sen şimdi evleneceksin ya, yani eninde sonunda… Çocukların olacak belki. Onları parka götüreceksin, sallayacaksın, oynamalarını izleyeceksin. İzlerken bir de başını yanındaki adamın omzuna koyacaksın ya, işte ben o adam olmak istedim Feride. O yüzden bu kadar öfkem... Bir futbolcu yeni bir takıma gider ya, kariyeri boyunca hep 9 numara forma giymiştir ama gittiği yeni takımda 9 numarayı giyen biri vardır ve mecburen 99 numarayı seçer. İşte ben bu ezikliği içime sindiremedim Feride. Senin hayatında 9 dolu olduğu için 99 numarayı giymeyi içime sindiremedim Feride. İşte bu yüzden tüm kabalıklarım, incitmelerim... Ama senden her şey için çok özür diliyorum. Seninle geçirdiğim zamanlarda hiç bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki. Yani senin tarafından terk edilmeyi ben öyle kötü bir yara izi gibi, kötü bir anı gibi görmüyorum ki. Sevgiyi bulma yolunda ar-ge maliyeti olarak görüyorum."

6 Ocak 2017 Cuma

Kabuk Adam

Kendine güveni olmayan, içedönük, romantik biriydi. Bir kadının sevgisine gereksinim duyduğunu o kadar aşırı belli ediyordu ki çekici olmayı bir türlü başaramıyordu. Michael'in onun için, "Her gece geri çeviriliyor," deyişini hatırladım. Ne demek istediğini sorunca, "Onun senden hoşlandığının farkında değil misin?" diye yanıtlamıştı. Oysa o, benim değil, bütün kadınların, ona düşlediği aşkı sunabilecek hayali bir kadının peşindeydi.

5 Ocak 2017 Perşembe

The Selfish Giant


Buralarda değilken birisi yorum bırakıp bir film önermiş. Hırsız girip televizyonu, bilgisayarı götürdüğünden beri evde 2 film izlememiştim. Kırk yılda bir yorum gelmiş, üstüne yazmadığımız zamanda blogu bulup gelmiş biri. Vardır hayır diye açtım filmi. Fena değil ama bunun olmuşu var. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Yusuf ile Kenan var. Mickybo and Me var. Sonu epey farklı ama uzaktan her şeyin toz pembe gördündüğü Britanya'daki benzer hayatları çocukların gözünden anlatan Billy Elliot var. Yine de başarılı çocuk oyuncular, İngiliz aksanı, atlar, güzel dram... Bunlardan birini seven açıp izlese keyif alır.

Eyvallah yorumu bırakan, bunu da okursan ses ver.

4 Ocak 2017 Çarşamba

2016

366 günün her biri umut ederek geçti. Çokça ağlattı ama sonunda bir şekilde güldürdü. Son gününde de burayı uygun gördü. Şu görüntüye bakarak geçirdiğim saniyelerle, yaşadığım korkuyla hatırlayacağım seni 2016.

3 Ocak 2017 Salı

Melinda


Arada bir gelip karaladığımız bu blog durur da yıllar sonra dönüp bakarsak zor zamanlar almanağı gibi olacak. 6 sene önce yine zor bir ameliyat sırasında sabah akşam dinlediğim bir şarkıyı koymuştum, olur olmaz şeylere anlam yüklediğimiz için belki de. Şimdi yine o günlerden biri.