31 Mart 2010 Çarşamba

Suç Ve ...


Barcelona
Topla Oynama: % 70
Şut: 7/15
Korner: 4
Pas: 279/335

Arsenal
Topla Oynama: % 30
Şut: 0/2
Korner: 0
Pas: 98/154

Arsenal; yukarıdakilere ek olarak üç sarı kart görüp, iki de oyuncu değişikliği yaptığı maçın ilk devresinde gol yememişse eğer bunun tek bir anlamı var: İkinci devre çoluk çocuğu yatırıp, kırmızı gece lambasını açma vakti geldi demektir.

30 Mart 2010 Salı

That's The Football...

İtalya, 18 Haziran 1990.

29 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe: Sabır

Derbiden saatler önce, Spor İletişimi'nde Bağış Erten "Galatasaray Taraftarı bugün Fenerbahçe'yi alkışlamalı mı?" demişti. Alkışlamamalıydı. Sebep arayanlar uzatmadan sonra edilen tezahüratlara, Volkan'ın yaptıklarına bir daha baksınlar.

Topal ve Sarp hakkında iki çift laf ederek başlamak istiyorum. Mustafa Sarp'ı anlamaya çalışmak gibi bir kaygım yok. Maçın tekrarını bulabilenler; 32. dakikada Brezilyalı Santos'un şutunda, O'na nasıl eskortluk yaptığını seyretsinler. Defansif orta saha bu adam! Transferi hakkında yapılacak tek bir mantıklı açıklama kafi benim için. Fakat Mehmet Topal öyle değil. EURO 2008 sonrası Avrupa'dan transfer teklifleri alan 24 yaşında bir adam bahsettiğimiz. Sabri'nin Rijkaard'la birlikte gösterdiği mental gelişimden zerre nasip alamamışken fersah fersah da geriye gitmekte. Artık taraftar nezdinde kredisi kalmadı, cepten yiyor. 'Oyunun beyni' denilen yer orta alanın ortası. Rijkaard maç sonu açıklamasında "Working with the head. That's quality" diyor. Fakat Galatasaray Topal-Sarp ikilisiyle düşünmeye çalışınca sadece bu maçı değil sezonu kaybediyor.

Maçın ilk 10 dakikası klasik bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisi. Şükrü Saraçoğlu ya da Ali Sami Yen farketmiyor; Galatasaray her derbiye bu tempoyla başlıyor fakat gerisi bir türlü gelmiyor, tıpkı sezona muhteşem girip gerisini getiremediği gibi. 23. dakikada Selçuk'un otuz metreden çektiği şutu, istatistik kaygısı gibi görünse de işin aslı 45 dakika sonra anlaşılıyor. Gio en son ne zaman bu kadar istekli çıkmıştır sahaya merak ederim. Fiziksel olarak kendisinden kat kat güçlü olan Wederson-Andre Santos ikilisinin karşısında iyi de başladığı maçta ilk çeyrekten sonra Keita ile yer değiştirdi ve orada da elinden geleni yaptı. İkinci devrenin başındaki pozisyonu golle sonuçlandırabilse, bugün İngiltere'ye uçmuştu Haldun Üstünel.

İlk 30 dakika, gelmiş geçmiş en kötü derbilerden birine sahne oldu. Bu takımların iyi futbol sergilemeleri, maça heyecan katmaları için gerginliğe ihtiyaçları varsa evet, görmek istiyorum bu gerginliği. Kümede kalma mücadelesi veren takımlar birbirlerini parçalarken derbide sakinlik beklemek aptallık. Devre biterken Mahmut Özgener elinde i-phone, sanırım sıkıntıdan Twitter'da takılıyordu.

İkinci yarıya aynı kadrolarla başlanınca kör dövüşü bir süre daha devam etti. 51'de eğilmeyi dahi başaramayan Arda, iki dakika sonra eşofmanlarını çıkartmaya başladığında sevinen taraf Fenerbahçeliler olmuştur kesinlikle. Bu çocuğa o kadar fazla sorumluluk yükledik ki, bir sene daha kalsın diyemiyorum artık. Topal'ı çıkartıp Arda'yı oyuna sokan Rijkaard, bu değişiklikle maçın zekasını da arttırdı. "Neden Sarp değil de Topal?" sorusunun cevabı büyük olasılıkla ilk yarıdaki kart. Zira ikisi de o çimlerin üzerinde durmayı hak edecek bir şey yapmadılar. Öyle ki, top oyundayken maçı durdurup değişikliğin yapılmasını istedi Cüneyt Çakır.

55-70 arasında kayda değer tek olay, Galatasaray Kapalısı'ndan gelen pet şişe. Alex'e kızamıyorum kendisini yerden yere attı diye. Diğer tarafta diz kapağına top gelince, atı ölmüş jokey edasında kendini parçalayan bir Keitamız var çünkü. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama birileri söylesin artık şu adama: 2010 yılındayız ve maçlar artık her eve giriyor! Alex kalktıktan iki dakika sonra Selçuk'un şutu, ıslak zemin, Leo'nun önünde seken top.. Keşke sadece maçı kaybettirseydi ama bu kadarla kalmıyor. 90 Lira kale arkası, 300 Lira da Kapalı Alt olunca bir şeyler değişiyor o tribünde. Türkiye Kupası'nda 3-2 yenerek elendiğimiz Fenerbahçe Maçı'ndaki tribünler ile dünkü tribünleri karşılaştırmaya vicdanım el vermez. Maç bittikten sonra n'apıyorsan yap ama derbide, rakip taraftarın önünde kalecini ıslıklamak neyin nesi? Tribündeki Özhan Canaydın pankartının manası ne o zaman? İlk yarıda iki yanlış şut tercihi kullandı diye ipe çekildi Caner dün. O adam orada formasını terletmiyorsa, kazanmak için bir şeyler yapmıyorsa göster tepkini. 80. dakikadaki Ali Sami Yen tribünleri, "La la la lay lay lay, Saldır Galatasaray" diyebiliyorsa sadece, rakip tribünden Pınarbaşı dinlemeye mahkumuz demektir. Galatasaray Yönetimi, sadece çalışanlara verilen GS Bonus kart sahiplerini, fahiş fiyatlarla o tribünde görmek istiyorsa; onlar da bir kaç başarısızlıktan sonra bazı lafları duymaya mahkumlar demektir. Derdim dünkü mağlubiyet, kötü oyun, ne yaptığını bilmez taraftar değil; kulübün ulaşılabilirliği arttırması gerekirken git gide belli bir zümreye hitap etmeye başlaması.

20 sene sonra, "Nasıl hatırlıyorsun 28 Mart derbisini?" deseler, Sabri'nin kaptan çıktığı derbi derim. Affet bu zamana kadar ettiğimiz laflar için deli oğlan.

27 Mart 2010 Cumartesi

Haim Fresco Devrede

Kabusumuz yeniden hortladı... Adnan Öztürk, Haim Fresco'nun yönetiminde danışmanlık yapmayı kabul ettiğini açıkladı. Kendisi rahmetli Özhan Canaydın'ın Fransa'daki iş ortağıydı. Canaydın'ın başkanlık süresi boyunca transfer dönemlerinde taraftarlar hangi futbolcunun adı geçerse geçsin ümitlenir, gazetelerin Haim Fresco'nun devreye girdiğini yazmasıyla transferlerden ümidi keserdi. Bir nevi transfer haberlerinin doğruluk turnusoluydu. Adnan Öztürk'ün başkan olmasını isteyenlere üzücü haberi Ntvspor vermiş. Devreye sokacak başka adam mı kalmadı sayın Öztürk?

21 Mart 2010 Pazar

Trabzonspor 1-0 Galatasaray

İlk 15 dakikasına yetişemediğim için tamamını izleyemediğim bir maçın analizini yapmayı doğru bulmuyorum. Bu sebeble bu akşam maç yazısı yok, keşke Mustafa'da olmasaydı...



Barış'ın da hakkını yemeyelim tabii!



Galatasaray adına maçtan geriye kalan tek olumlu şey Giovani Dos Santos'tu. Bugün tekrar gördük ki Galatasaray Dos Santos'un sözleşmesindeki opsiyonu kullanıp bonservisini alırsa kendi adına son yılların en büyük transferini gerçekleştirmiş olur.

Bu maçın sonucuyla birlikte şampiyonluk için tüm ipler Bursaspor'un eline kaldı. Soğukkanlılıklarını bir kaç maç daha koruyabilirlerse birazcık şansla birlikte Turkcell Super Lig tarihini değiştirebilirler. Frank Rijkaard "sene sonunda mutlu sona ulaşmak için son dakikaya kadar savaşmalıyız" diyor. Yarın Bursaspor kazanırsa, önümüzdeki tüm maçları kazansak (ki bu futbolla çok zor gözüküyor) bile şampiyon olamama ihtimalimiz doğacak. Geçen haftalarda şampiyonu iyi futbol belirlemeyecek demiştim, belirleyici unsurlarsa soğukkanlılık(tecrübe) ve şans olacak gibi gözüküyor.
Haftaya bugün muhtemelen Arda ve Baros'la başlayacak Galatasaray, bu sezon hiç yenilmediği Ali Sami Yen'de ezeli rakibiyle tamam-devam maçına çıkacak. Maçın sonunda kaybeden teknik adamın seneye takımının başında olma ihtimali çok düşük gözüküyor. Umarım Hollanda'lılar bisikletlerimizi geri alırlar...

19 Mart 2010 Cuma

Muasır Medeniyetler Seviyesi

Fotoğraf, Avrupa'nın bilinen en büyük dönme dolabı "London Eye"'dan çekilmiş. Her yıl 3 milyona yakın turist Londra'ya bir de gökyüzünden bakmak için 135 metre yüksekliğindeki bu dev oyuncağa biniyor.Peki dönme dolabın bu blogda ne işi var? Futbolcuların kariyerlerini dönme dolapla özdeşleştiren yazar, bu postta en tepeye çıkmak için en iyi kabinlerden biletli, iki farklı ülkeden iki oyuncunun aksaklıklar yüzünden yarıda kalan hikayelerini karşılaştırıyor.

Benjamin Colett'la, 23 yaşında futbolu bırakmak zorunda kalmış eski Manchester United'lı İngiliz futbolcuyla başlayalım.
Tarihler 1 Mayıs 2003'ü gösterdiğinde Middlesbrough ile oynanan reserv lig maçında Gary Smith'in müdahalesiyle talihsiz bir şekilde bacağı iki yerinden kırılır Ben Collett'in. Uzun bir tedavi sürecinden sonra yeşil sahalara da dönmeyi başarır. Ancak iyileşse de istenilen form düzeyine bir türlü ulaşamaz. Önce New Zealand Knights'a sonra da AGOVV Apeldoorn'a kiralandıktan sonra futbolu bırakmaya karar verir. Yaşadığı sakatlandıktan tam 5 yıl sonra futbol hayatının bitmesine sebep olduklarını düşündüğü Middlesbrough ve Gary Smith'e dava açar. Spor otoriteleri Collett'in davayı kazanma şansını yüksek görmezler. Altyapıdan yetişmiş bir futbolcunun kariyerini A takımda yada prömiyer lig seviyesinde sürdürmesinin garantisi olmadığını iddia eder Savunma tarafı. Buna karşılık Alex Ferguson, Gary Neville gibi isimler dava sürecinde Collett'in lehinde tanıklık yapar ve sonunda Colett davayı kazanır. Kazandığı tazminat İngiltere tarihinde bir sporcuya ödenilecek en yüksek miktardır: Gelecekte kazanacağı potansiyel maaşlar için 3.9 milyon pound+ geçmiş hakedişler için 460 bin pound + çekilen fiziksel acı için 40 bin pound. Toplamda 4.3 milyon pound.


Türkiye'ye dönelim.
Tarih: 9 Aralık 1999
Uefa Kupası 3.tur rövanş maçında Galatasaray Bologna'yı ağırlar. Maç 2-1 devam ederken 89.dakikada oyuna giren 19 yaşındaki Alper Tezcan 2 dakika sonra vahim bir darbe sonucu sakatlanır. 2000 Mayıs'ında sakatlıktan kurtulsa da tam tamına 5 sene boyunca hiç bir resmi maçta forma giyemez. Kopenhag'da kupayı kaldıran Galatasaray takımının fotoğraf kareleri içinde gördüğümüz futbolcunun uzun süre adından bahsedilmez. 2005 yılında Orduspor'la biri kupa olmak üzere 2 maça çıktıktan sonra yeniden sakatlanır. Sonra sırasıyla Yıldırım Bosnaspor, Ispartaspor, Yeni Burdur Gençlikspor'da boy gösteren Alper Tezcan 2008 yılından beri faal futbol yaşantısına ara vermiştir.
Geçen sene "Satılık Uefa Kupası Madalyası" haberiyle yıllar sonra medyanın gündemine girer. Alper, kenidisiyle yapılan röportajda yeniden futbol oynamak istediğinden bahseder. Geçirdiği 11 ameliyatta Galatasaray kulübünden destek görmediğinden, ailesinin bu ameliyatların masrafları sebebiyle zor duruma düştüğünden yakınır. Futbol oynamasına Galatasaray'ın engel olduğundan dem vurur.
Bu kadar iddiaya karşılık olarak ne o dönemin kulüp başkanı, ne zamanın imparator lakablı teknik direktörü ne de birçoğu spor medyasından köşeler kapmış takım arkadaşları çıkıp tek kelime açıklamada bulunur. Rahmetli Alpaslan Dikmen bu olayla ilgili yazısında Alper'in kendine yazık ettiğinden bahsetmiş. O yazıda bahsedilen iddialara Alper'in verdiği cevaplar her ne kadar dramatizm de koksa, insanı suçlu tarafın kendisi olmadığına inandırıyor.


"Türkiye'nin Avrupa'ya açılan yüzü" Galatasaray Kulübü'nün vefasızlık olarak değerlendirilen saymakla bitmeyecek kadar vukuatı var. Ne jübilesi yapılmayanlar ne de kırgınlıkla ayrılan bayrak futbolcular Alper Tezcan kadar mağdur olmamıştır. Bırakın sakatlık yüzünden futbol hayatı biten bir futbolcuya destek olmayı, futbol hayatına devam edebilmesine köstek olunan bir yapıdan bahsediyoruz. Gelecek vaad eden 19 yaşında bir futbolcunun kariyerinin yavaş yavaş yok olmasına seyirci kalanların vicdanları temizdir umarım.
Alex Ferguson'ın Manchester United'ta geçirdiği 23 yılın ya da dünyanın en iyi teknik direktörleri arasında anılmasının tek sebebi sportif başarılardır diyebilir misiniz? Büyük teknik direktörler çok kupa kazandıkları için mi büyüktürdürler? Peki ligimizdeki takımlar daha çok yıldız transferi yaparsa prömiyer lig seviyesine ulaşmış mı oluruz? Evet mi dediniz, duyamadım!

18 Mart 2010 Perşembe

Aly Cissokho

Geçtiğimiz Haziran'da transfer piyasasını oldukça meşgul etmişti Fransız sol bek. Önce 15 milyon euro bedelle Porto'dan Milan'a geçtiği haberi çıkmış fakat bu rakamı ödeyeceklerine Berlusconi'nin dahi inanmamasından olacak; dişlerinde sorun olduğu bahanesiyle transferin iptal edildiğini duymuştuk. Akabinde Milan sakız parası verip kiralama ve satış opsiyonlu bir öneriyle gitmişti Porto'ya. Fakat İtalyanların önerdiği parayı Lyon gözünü kırpmadan verince kadrosuna katmıştı Aly Cissokho'yu.

Milan koca bir sezonu sol bek sıkıntısıyla geçirirken, Cissokho Fransa Milli Takımı ve Lyon formaları altında 40 maçta oynadı. Bu maçların neredeyse tamamında sahada kalarak toplamda 3466 dakika görev alan Cissokho, 1 gol atarken 2 de asist yaptı.
Dişlerini bahane ederek transferi son anda iptal eden Milan, Manchester United'dan iki maçta yediği yedi golle Kupa 1'e veda ederken; Cissokho'lu Lyon, finalin ev sahibi Real Madrid'i eleyerek son sekize kaldı.

Geri Gidiş

Evinde 3-1 kazandığın maçın rövanşında, henüz ikinci dakikada öne geçiyorsun. Doksan dakika bitiyor ve eleniyorsun. Okullarda ders niyetine gösterilir bu seneki Juventus. Kafanda bitirmişsen eğer, ne yaparsan yap olmuyor.
Taraftarın zaten kıl olduğu Cannavaro da bu kırmızıdan sonra yatacak yer bulsun kendisine.

17 Mart 2010 Çarşamba

Mucize de Yetmez

Bir önceki postta, ligde kalması için mucizeye ihtiyacı var dediğim Porstmouth; kayyuma devredildikten bir gün sonra dokuz puanının silinmesiyle, geride kalan haftalarda formalite maçlarına çıkacak.

Bu sezon Premier Lig'de üst üste iki maç kazanamamış, bitime dokuz hafta kala 17. sıradaki Wolverhampton'la arasında sekiz puan fark olan bir takımın küme düşüşündeki suçu silinen puanlara bağlamak pek mantıklı değil elbette.

İkinci FA Cup sevincini yaşamak için neredeyse yetmiş yıl bekleyen Porstmouth Taraftarı'na bir kez daha selam gönderip Allah'tan sabır diliyorum.
CM 03-04 efsanesi Anthony Vanden Borre'nin yolu buralara düşer mi acaba?

16 Mart 2010 Salı

59!

26 Eylül 2009.
Liverpool, Hull City'i; Torres'in hat-trick yaptığı maçta 6 golle mağlup ediyor.

Aradan 170 gün, 33 maç geçiyor.

15 Mart 2010.
Liverpool sonunda 3 golden fazlasını atarak kazanıyor.
Torres, Premier Lig kariyerinde ilk kez 4 golle (2 gol, 2 asist) takımına katkı yapıyor.
Portsmouth ise ligde kalmak için efsanevi bir geri dönüşe ihtiyaç duyuyor.

1951'den bu yana Anfield'da kazanamayan Portsmouth'un, karşılaşmayı tribünden takip eden 400 cefakar taraftarına da benden selam olsun. Beterin beteri varmış gerçekten.

14 Mart 2010 Pazar

Galatasaray 3-0 Ankaragücü


Galatasaray adına kolay bir galibiyet olacağı bir hafta öncesinden belli bir maç izledik bu gece. Rakip, Roger Lemerre&Ümit Özat ikilisi bir araya geldiğinden beri maç kaybetmeyen Ankaragücü'ydü. Sarı-Lacivertkşker istatistiki anlamda göz korkutsa da hiçbir Galatasaray taraftarının bu maç hakkında en ufak bir şüpheye düştüğüne inanmıyorum. Kaptanın kart cezalısı olması Ali Sami Yen tarafının tek handikapıydı ancak geçen hafta kulübede olması tartışılan Dos Santos'a taşlarla oynanmadan yer açmak için bir anlamda şans oldu Arda'nın yokluğu. Eskişehirspor karşısındaki rezalet orta saha performansı Rijkaard'ı değişikliğe itmiş, Topal ve Ayhan'a kulübe yolu gözükürken, Mustafa Sarp&Barış ikilisi kendilerini ilk onbirde bulmuşlardı. Aslında "al birini vur ötekine" şeklinde tanımlayabileceğimiz 4 orta saha oyuncusuna sahip olduğumuz için kimin oynadığından çok kimin oynamadığı fark yaratıyor Galatasaray'da. Yükselen formuyla onbirdeki yerini sağlamlaştıran isimler göremiyoruz, formsuzluğu yüzünden kızağa çekilen ancak yerini bıraktığı takım arkadaşının birkaç hafta sonra ondan daha beter formsuz olmasıyla formasını geri alan oyunculardan oluşuyor Lider takımın orta sahası. O yüzden bu dörtlü arasındaki değişiklikleri taşlarla oynanma olarak saymıyorum.

Maça dönecek olursak başlar başlamaz gelen gol aslında ilk cümleyi doğrular nitelikteydi, golde Jo'nun sezgileri ve oyunu takip etmesinin rolü büyük olsa da, Koray'ın pozisyon hatası ve ancak top onu geçtikten sonra hareketlenmeyi akıl etmesi maçın 1-0 başlamasında en büyük etkendi. Neill'in pasının hakkını vermeden geçmek olmaz tabii ki, maç boyunca harika bir performans gösterdi Lucas Neill. İlk ve son golde başlangıç paslarını Keita'ya gönderen isimdi, Turkcell Super Lig'teki açık ara en isabetli devre arası transferidir kanımca. Golden sonra temponun düşmesi ise bu seneki Galatasaray karakteristiği olduğundan çok da şaşırtmadı aslında. Türk Futbol tarihinde bugüne kadar Ankara'dan Madrid'e transfer olmuş tek oyuncu olan Geremi'nin kariyerinin muhtemelen son transferini Ankara'ya geri dönerek yapması manidar olsa da, bu birlikteliğin çok sürmesi olası gözükmüyor. Kamerun'lu futbolcu tecrübe anlamında 3 büyüklerin oyuncularıyla yarışacak düzeyde olsa da fiziki durumu neden Ankaragücü'ne transfer olduğunu gösteriyor. Sadece yedikleri ikinci golde yaptığı pas hatası yüzünden söylemiyorum bunları, beklentilerin bu kadar yüksek olduğu ancak bu beklentilere ,yönetildiği mentaliteyle 100 senede bile ulaşamayacak bir takım olan Ankaragücü'nde olması şanssızlığıdır. Sezon sonundaki muhtemel yüksek transfer hacminde eriyip gidebileceğini öngörmek medyumluk olmaz sanırım.


İkinci golde Keita'nın sergilediği mücadele futbolcudan çok bir fantastik kurgu karakterini çağrıştırıyordu. Beklenmedik bir anda pas arası yaptı, topu yükselterek rakibini omzuna aldı, onu ekarte ettikten sonra kalecinin üzerinden aşırttı, biz topun kaleye girmeyeceğini ya da savunmanın topu savuşturacağını düşünürken Keita her hamlesini hesaplamış gözüküyordu. Bir adım daha hızlı olarak ve bir saniye sonrasını düşünerek topu ağlarla buluşturan fildişili yıldız bu sezon Sivasspor maçından bu yana ilk, toplamda da ikinci kez devreye 2 farkla üstünlükle girmemizi sağladı. İlk yarı boyunca sahada istekli olup da bir türlü etkili olamayan Giovani, ikinci yarının başında savunma hattının iyiden iyiye geriye çekilmesiyle pek fazla top alamadı ve bir Rijkaard klasiği olan 60.dakika değişikliğiyle yerini Ayhan'a bıraktı. Maçın başından sonuna kadar etkili bir atak geliştiremeyen, hücumda çoğalamayan zaman zaman paslaşamayan Ankaragücü'nün kötü oyununa, 2-0'ın verdiği rahatlıkla oyunu rölantiye alan Galatasaray da eklenince kötü bir ikinci yarıyı izlemeye mahkum bırakıldık.

Oyuna girer girmez Sabri tarafından sakatlanan Metin Akan gecenin talihsiziydi. Aynı pozisyondan sonra Sabri'nin de yerde yattığını görmemizle Emre Güngör'ün oyuna girmesi bir oldu diyebilirim. Pozisyon fakiri ikinci yarıda Caner'in soldan sağa uzun topunu Keita tek pasla ceza alanına koşu yapan Barış'ın önüne bıraktı, çapraz pozisyonda top ayağına gelir gelmez vuran Barış üçüncü golün altına adını yazdıramadı. Ankaragücü'nün elle tutulur tek pozisyonu, Darius Vassell'in maçın başından sonuna denediği çılgın dribblinglerden birinde savunmadan sıyrılmayı başarmasının ardından ceza alanındaki Mehmet Çakır'ı görmesiyle gerçekleşti. Ancak Mehmet Çakır topa gelişine vurmayı deneyince bu sezon ilk defa Leo Franco sahadayken adını bir kez bile duymadan tamamlanan bir karşılaşmaya şahit olduk. Barış'ın sakatlığından sonra maçın başından beri tribünlerin heyecanla beklediği an gerçekleşti ve Milan Baros dört buçuk ay sonra Ali Sami Yen'le kavuştu. Fiziki olarak çok daha kötü olmasını beklediğim Çek oyuncunun çok istekli ve aynı zamanda diri gözükmesi galibiyet kadar önemli bir haberdi. İki kişiden sıyrılıp topu sürerek ceza alanına kadar gitmek istemesi, özlenildiği kadar onun da Sami Yen'i özlediğinin bir göstergesiydi. Maçın yıldızı Keita'nın yine Neill'den gelen uzun topta yaptığı harikulade top kontrolü ve vücut çalımıyla ekarte ettiği savunma oyuncusunun ardından açtığı enfes bir orta açtı. Kral Baros da golle geri dönebilmesi için sunulmuş bu ikramı geri çevirmeyerek sonucu belirledi.


Maçın başından sonuna takımın oluşturduğu her pozisyonun içinde olmanın zorunluluk olmadığını biri Keita'ya uygun dille söylemeli bence. Onun dışında birkaç pas hatası yapsa bile gösterdiği mücadele takdire şayan bir Sabri izledik. İleriye çıktığı her pozisyonda tehdit oluşturması bile Uğur'la arasındaki en büyük farktır. Servet geçen haftaki performansına göre biraz daha derli topluydu, yaptığı müdahalelerde topu oyalamaması ve riskli pas denememesi sanırım kenar yönetiminin talimatlarıydı ve Servet sadece iyi olduğu işi yaptığında vazgeçilmez bir oyuncuya dönüşüyor. Caner zaman zaman yerini kaybetti, pozisyon bilgisinin yetersizliği yüzünden Ankaragücü sağ açığı boş alana kaçarken o stoperle birlikte forvet oyuncularını takip etti. Hücumda yine fark yaratan oyunculardan birtanesiydi ancak son paslarda ve denediği şutlarda isabet kaydettiğini söylemek güç. Bazı pozisyonlarda pas vermek yerine kaptırmasıysa, pası aktaracağı arkadaşının yapacak birşey bulamayıp topu ezeceğini düşünmesi ve kendisinin farklılık yaratabileceğine inanmasıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Elano bugün daha az top aldı, daha az gözüktü diyebilirim ancak savunma anlamında yine orta sahanın yükünü hafifleten isimdi. Jo geçen haftalara nazaran üzerindeki ölü toprağını atmış gözüktü, gol atmaya devam ettikçe daha da açılacak gibi gözüküyor. Geride bu kadar çok adamla savunma yapmalarının bir sonucu olarak topu ayaklarından çıkarmada büyük problemler yaşayan Ankaragücü savunması, maruz kaldığı her preste topu kaptırmaya meyilli bu yapısıyla 7 haftadır nasıl mağlup olmamayı başarmış gerçekten çok merak ettim.


Fenerbahçe'nin takıldığı bir haftada alınan 3 puanın önemi çok büyük. Trabzonspor maçında puan kaybetme olasılığı göz önüne alındığında farkın erimemesi için avans alınmış gibi gözüküyor. Ancak Bursaspor'un önüne geleni devirmesi ve Beşiktaş'ın yarışı bırakacakmış gibi durmaması hala koşulacak çok yol olduğunun göstergesi. Roger Lemerre ve Frank Rijkaard'ın Turkcell Super Lig'teki iki takımın başında karşı karşıya gelmesini izlemek bu akşamın Keita'dan sonra bize sunduğu en büyük zevkti. Yola Devam!

13 Mart 2010 Cumartesi

% 304



"Çek Cumhuriyeti İkinci Ligi'nden FK Drnovice'yi sizlere tanıtıyoruz." demeyi gerçekten çok isterdim fakat bir analiz değil bu takımı bloga getiren elbette. Hatta takım değil bloga gelen: Drnovice Şehir Stadı(!). 2300 insanın yaşadığı bu kasaba 7000 koltuklu bir stada sahip ve dünya rekorunu da ellerinde bulunduruyor. Değişken maliyetin belli bir üretim miktarından sonra azalması işlerine gelmiş olsa gerek.

Not düşelim: Fotoğraftaki maçta 150 seyirci varmış.

12 Mart 2010 Cuma

Oldu!

Ceza: 5 maç seyircisiz oynama, 201.000 TL.



Ceza: 3 maç tarafsız sahada seyircisiz oynama, 40.000 TL.

İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun.

9 Mart 2010 Salı

Uluslararası İstanbul Film Festivali


3-18 Nisan tarihleri arasında, bu sene 29.su yapılacak olan festivalin programı açıklandı. Listede Rezervuar Köpekleri'nin olması heyecanımızı arttırdı elbette. Peçeteye yazıp yollasak bu kadar olurdu!

İzlemek isteyenler için:
6 Nisan Salı 11.00 Rexx
17 Nisan Cumartesi 11.00 Atlas

Futbol Peygamberleri #1: Niall Quinn



On altı yaşında Arsenal’le sözleşme imzalayarak profesyonel olan,
Oynadığı 573 maçta 164 gol atan,
Yirmi yıllık profesyonel kariyeri boyunca sadece iki kere takım değiştiren,
Kırk yaşında batmak üzere olan Sunderland’in kurtulması için bir konsorsiyum kuran ve yüzde elli sekizlik hisselerini satın alarak kulübe başkanlık ve –kısa bir süreliğine- teknik direktörlük yapan,
Nokta santrafor, pivot santrafor, -bu topraklarda- Hakan Şükür tipi santrafor olarak nam salan forvet tipinin öncülerinden olan futbolcu.

Madde madde yazmayı bırakıp bu yazı dizisini aklıma getiren 1.94’lük İrlandalı’nın öyküsüne geçiyorum.

6 Ekim 1966’da dünyaya gelen Quinn daha çocukken ailesinin desteğiyle spora yönelir. Önceleri basketbol - rugby ikilemine düşen Quinn, ikisinde de yeteneği olmadığını farkedince futbola ve milli sporları hurlinge yönelir. Hurling’de gençler kategorisinde altın madalya kazanmasına rağmen Arsenal’den gelen teklif futbol aşığı adamın aklını çeler. Şimdi bir çok kişi ‘futbol aşkı değil, paranın gücü’ diye düşünebilir fakat işin aslı öyle değildir. On altı yaşındaki bu çocuk ilk sözleşmesinden aldığı parayı doğduğu kentteki evsizlere bağışlar. Takımıyla çıktığı ilk maçta dönemin efsane takımı Liverpool’a gol atarak muhteşem bir başlangıç yapar. Fakat hayat böyle devam etmez Ada’nın diğer tarafından gelen dev adam için. Uzun bir süre ilk on birde forma giyemez; hurlinge dönmeyi düşünecek kadar uzun bir süre! 1987’de Lig Kupası’nı kazanır Arsenal’le. Düzenli olarak forma şansı da bulur o sezon fakat ertesi yıl Leicester City’den, Gary Lineker’in kankası Alan Martin Smith’in transfer olmasıyla yine aşındırır yedek kulübesindeki koltukları. ’90 İtalya’nın yaklaşmasıyla keyfi iyice kaçar zira çocuk denecek yaşta Premier Lig’e transfer olup Dünya Kupası görememek fazlasıyla can sıkıcıdır. Çantasını hazırlayıp kuzeye; ‘Futbol Peygamberi’ olarak anmaya başlayabileceğimiz mucizelerini gerçekleştirmek üzere Manchester City’e gider.



Kendisinin tabiriyle emeklemeyi öğrendiği Arsenal günleri geride kalmıştır artık.

Transfer kararı işe yarar ve ülkesi tarafından İtalya’ya çağırılır. İlk maçı doksan, ikinci maçı da seksen beş dakika kenarda izledikten sonra son maça ilk on birde başlar. 71’de attığı gol; Hollanda ile aralarındaki her şeyin eşitlenmesine sebep olur: atılan-yenilen gol, galibiyet, beraberlik ve mağlubiyet. O zamanlarda kara kaplı kitap kura çekilmesini emreder ve portakallar bu saçma uygulama sonucunda grubu üçüncü bitirip Almanlarla eşleşirken, ikinci sırayı alan İrlanda’ya da Romanya gelir. (Grubu 10 gol atarak lider bitiren Almanya sırasıyla Hollanda, Çekoslavakya, İngiltere ve Arjantin’i tanımayarak kupaya uzanır. Grubu ikinci bitirmenin önemi ya da kura ile üçüncü bitirmenin talihsizliği böyle bir şey işte.) Quinn ve arkadaşları Romanya’yı penaltılarla elerken son sekizde karşılarına ev sahibi İtalya çıkar. Roma’da, 30 Haziran’da oynanan maç Schillaci’nin golüyle 1-0 bittiğinde ilk Dünya Kupası’ndan alnının akıyla ayrılır Quinn. Henüz ilk yılında taraftarlar tarafından sezonun oyuncusu seçilir.

21 Nisan 1991’de ligde kalmak için çırpınan Derby County ile karşılaşır City. Önce attığı golle takımını öne geçirir. Devre bitmek üzereyken 2-1 öndedirler. Duraklama dakikaları oynanırken penaltıya sebep olur City kalecisi Tony Coton ve cezası da kırmızı karttır. Değişiklik yapılmaz ve Milli Takım antrenmanlarında eğlence olsun diye kurtardığı her penaltı için takım arkadaşlarından para alan Quinn kaleye geçer. Yıllar sonra yolu, iki kıtayı birbirine bağlayan topraklara düşecek, hatta Ulubatlı Souness tabirinin doğmasına el ayak olacak Dean Saunders topun başındadır. Quinn sadece penaltıyı değil ikinci devre boyunca da tüm Derby ataklarını savuşturur. Normal süre içerisinde hem penaltı kurtarıp hem de penaltı atan ilk futbolcu olarak tarihteki yerini alır ve efsaneleşme yolunda ilk adımını atar. Maç bitiminde ağlayan Saunders’i teselli ederken röportaj için yanına gelen muhabirlere “Ben, başkaları acı çekerken onların yanında sevinemem” diyerek ezber bozar.

Ertesi sezon İtalya’nın Penola kentindeki yaz kampı sırasında Quinn farkında olmadan ileriki yıllarda efsaneleşeceği bir olaya karışır. İlkokuldan arkadaşı Michael Carruth, Barcelona 92’den boks altın madalyası ile döner ve Quinn takım arkadaşlarını da çağırıp bir eğlence düzenler. Bir ara tuvalette çıkan tartışmada Steve McMahon bir türlü sakinleşmez. Yardımcı antrenör Sam Ellis kavgayı ayıracağına gecenin konseptine uyup ikiliyi düelloya davet eder. Kavgayı ayırmak için çabalayan ‘Mighty Irishman’ bir anda McMahon’la kavga ederken bulur kendini. İki oyuncunun da paramparça olur giysileri. McMahon mekanı terk ederken, Quinn tişörtünü çıkartır; City’li taraftarların orada olduğundan habersiz, kan içinde kalan pantolonuyla dans etmeye başlar. Bir anda müzik kesilir ve içerideki insanlar hep bir ağızdan Quinn’in adını haykırır.

Bir kez daha kendi tabiriyle, futbolu öğrendiği Manchester City günleri de geride kalmıştır artık. Son durak bir alt ligdeki Sunderland olur.

’94 Amerika’ya sakatlığı yüzünden gidemeyen Quinn, 30 yaşında kariyerinin en güzel yıllarını yaşayacağından bi haber imzayı atar. Yeni açılan Stadium of Light’ta atılan ilk gol O’nun ayağından eski takımı Manchester City’e gelir. Kevin Philips’i asistleriyle besleyerek önce Sunderland’ı Premier Lig’e çıkartır ertesi sene de attığı gollerle takımının ligi yedinci sırada bitirmesini sağlar. Önemsiz bir ayrıntı: Bir kez daha gol attığı bir maçın son on dört dakikasında kaleye geçer ve yine gol yemez… Bu arada Manchester’da ve İrlanda’da kulaktan kulağa yayılan disko hikayesi, Sunderland taraftarları tarafından dizelere dökülür. Beste, UK Singles Charts’a girer hatta akıl almaz bir şekilde elli dokuzuncu sıraya kadar yükselir! Bugün bile bir çok insan tarafından gelmiş geçmiş en güzel tezahürat olarak dillendirilir ‘Niall Quinn’s Disco Pants’.*



2002 yazında, otuz altı yaşındayken ve jubilesini yaptıktan birkaç hafta sonra İrlanda’nın Dünya Kupası kadrosuna çağrılır. Yine grubun son maçında sahneye çıkar ve Almanya karşısında Robbie Keane’e indirdiği topla üç Alman savunmacıyı çaresiz bırakırken takımını da ikinci tura taşır. İspanya karşısında ise son dakikada yaptırdığı penaltıyla maçı uzatmalara taşır ama penaltı atışları sonucunda elenmekten kurtaramaz İrlanda’yı.

Sunderland ve İrlanda Milli Takımı’nın karşı karşıya geldiği ve jubilesini yaptığı maçta elde edilen 1 milyon poundluk gelirin ‘tamamını’ evsizler ile çocuk hastanelerine bağışlar. İngiltere Kraliçesi tarafından şövalyelik ünvanına layık görülür. Bir lösemili çocuk tarafından yazılan mektubu, jubilesinde oynayan tüm futbolcularla birlikte Kraliçe’ye de verir. Dünya Kupası’nın ardından yazdığı otobiyografisi, İngiltere’de yılın spor kitabı ödülünü alır. Futbolu bırakıp Sunderland’i yönetmeye başlaması arasında geçen sürede önce Sky Sports’ta yorumculuk, ardından da The Guardian’da köşe yazarlığı yapar.



2006 yazında Sunderland’e el uzatır ‘Efsane’. Borç batağından kurtardığı kulübe teknik direktör bulana kadar takımın başına geçer. '1 galibiyet - 5 mağlubiyet' istatistiğinden hemen sonra Roy Keane ile anlaşır. Keane, kendi söylemiyle işine asla karışılmadığı bir ortamda takımı toparlar ve şampiyon yapıp Premier Lig’e geri dönmesini sağlar.



Ertesi sezonun sonuna doğru Quinn artık efsaneliğin sınırlarını zorlar ve tehditleri ortadan kaldırmak için bilet dağıtarak antipatik duruma düşen başkanlara nazire yaparcasına bir tavır sergiler. Cardiff deplasmanından dönen takımla birlikte uçakta seksen tane de taraftar yer alacaktır. Ancak taraftarlar uçağın kalkış saatini kaçırır. Uzun süren tartışmaların ardından, yetkililer geri adım atmaz ve taraftarların alınmayacağını zira o kadar yolcunun işlemlerinin yapılması için vakit olmadığını belirtirler. Bir sonraki uçak 24 saat sonradır, taraftarların sabrı tükenir ve Quinn girer devreye: “Hepiniz taksiyle döneceksiniz ve taksi paraları benden.” 8000 poundluk on sekiz taksinin masrafını cebinden öder başkan. Yönetim uyumaz taraftara sahip çıkar. Taraftar da Disco Pants’i coverlayarak cevap verir Quinn’e:

"Niall Quinn's taxi cabs are the best,
So shove it up your arse Easy Jet.
Fat Ashley wouldn't do it for the mags,
Niall Quinn’s taxi cabs!
"

İmajlarıyla yıldız mertebesine yükselen bir çok futbolcunun neden efsane olamayacaklarına cevaptır Niall Quinn. G-14’e karşı çıkan, milli takımların kulüpler nezdinde haklarını koruyan, hayatı futboldan ve paradan ibaret görmeyen bir futbol sevdalısı.

Bu güzel adamın güzel hayat hikayesi kendi sözleriyle bitmeli: " Arsenal'de emeklemeyi, Manchester City'de futbol oynamayı, Sunderland'de ise insan olmayı öğrendim."



*Niall Quinn’s Disco Pants

Niall Quinn's disco pants are the best,
They go up from his arse to his chest.
They are better than Adam and The Ants,
Niall Quinn's disco pants.

Our defender are so tight,
The keeper just gets bored,
One Melville pass contains more class
Than all the House of Lords.
With Micky it's a travesty
That he's not England's number three,
See the size of Butler's thighs,
He’s running on pie energy.
Solid granite three feet thick
Is softer than Chris Makin.
Survive him and we've Sorenson
To save our Danish bacon

Niall Quinn's disco pants are the best,
They go up from his arse to his chest.
They are better than Adam and The Ants,
Niall Quinn's disco pants.

It's hard to beat a football team
That plays with a magician,
And Allan Johnston's cast his magic
Spell on this division
Lee Clark is a Mackem,
Talking with his feet,
We look through Alex Raebans,
So we're just too cool to beat.
It's plain to see that Summerbee
Could outwit Aristotle,
And all the Samsons you could drink
Won fill up Bally's bottle.

Niall Quinn's disco pants are the best,
They go up from his arse to his chest.
They are better than Adam and The Ants,
Niall Quinn's disco pants.

Micky Bridges, cool as fringes,
dances round defences,
Mellow D. brings ecstasy
and Phillips scores us senseless.
Peter Reid has cheered up,
coz he knows just what it means.
For Sunderland supporter
To be "top of the league"
His masterstrike, an Irish bloke,
Who came up for the crack,
With footwear nicked from Fred Astaire,
And James Brown's disco slacks.

Niall Quinn's disco pants are the best,
They go up from his arse to his chest.
They are better than Adam and The Ants,
Niall Quinn's disco pants.
Niall Quinn's disco pants.
Niall Quinn's disco pants.
Niall Quinn's disco pants.

8 Mart 2010 Pazartesi

Eskişehirspor 2-1 Galatasaray


Rıza Çalımbay'ın başlama vuruşundan hemen önce kameralara yansıyan dualarının kabul olduğu bir karşılaşma seyrettik Eskişehir Atatürk Stadı'nda. 24.Haftanın son maçına lider çıkan Galatasaray kaybettiği bu 3 puanla, "tatil edilen" demeye dilimin varmadığı Diyarbakırspor maçından gelecek 3 puan ve
olası erteleme maçı galibiyetiyle liderliği Bursaspor'a devredecek gibi gözüküyor.

Geçtiğimiz haftaki dört gollü Kasımpaşa galibiyeti sonrası özgüvenini geri kazandığını söylediğimiz Galatasaray, maça tahmin edilenden pek de farklı olmayan bir onbirle başladı. Defans kurgusunu bozmayan Frank Rijkaard'ın tek değişikliği sakatlıktan kurtulan Elano'ya formasını geri vererek Giovani Dos Santos'u kulübeye çekmesiydi. Yarın hemen hemen tüm skor yazarlarımızdan Gio'nun neden yedek oturduğunu sorgulayan cümleler duyacağız ancak cevap geçen haftaki maç sonu Rijkaard açıklamaları'nda gizli.Bence de doğru karardır, zaten uzun zamandır Rijkaard'ın kadro seçimlerinde eleştirilebilecek bir hatası olduğunu düşünmüyorum. Eskişehir ise yaratıcı yönü zayıf, fiziki mücadeleye dayalı savunma &ortasaha kurgusu(Sezer Öztürk hariç) ve ileri ikilide Es-Es taraftarının gözbebeği Jaycee'den yoksun Ümit Karan- Mehmet Yılmaz ikilisiyle sahadaydı.

Tekihtimallimaç yazarlarının tahmini ne olurdu bilmiyorum ancak maç öncesi şu dizilişle Eskişehir'in bu kadar rahat iki gol bulabileceğini hiç düşünmemiştim. Aslında orta alanı rakibe teslim edip kontraataklarla gol bulma düşüncesine sahip bir anlayışla sahaya çıkmıştı Çalımbay'ın öğrencileri. Ancak ilk yarının sonlarına doğru Galatasaray'da o bölgeye hakim olabilecek bir ortasaha olmadığını farketmeleri, attıkları golün gecikmesine sebep oldu. Yaptıkları yarım yamalak bir pres bile Galatasaray'ın sene başından beri en büyük problemini tekrardan yüzlerine vurmaya yetti. Evet golden önce bariz bir şekilde elle kontrol var ancak bu ne Topal'ın akılalmaz pasını ne de Caner'in topa hareketlenmeyip seyretmesini açıklıyor. Daha önce de belirttiğim Mehmet Topal'la ilgili inceleme yazısı çok yakında blog da olacak, zira düşüncelerim maç yazısını baltalasın istemiyorum o yüzden yine kötü günündeydi, Galatasaray'ın yediği iki golde de baş sorumluydu, neredeyse üçüncüsünün de sebebi oluyordu diyebilirim bugünlük. İlk yarıdaki pozisyon sayısı ikiyi geçmedi, Elano'nun beklenmedik bir pasla Jo'yu kaleciyle karşıya bırakması ve Keita'nın ceza alanı içerisindeki şutu, gol de dahil, akılda kalan yegane ciddi gol girişimleriydi.


Turkcell Super Lig 2009-2010 sezonunda şu ana kadar sadece 1 kez devre arasında oyuncu değişikliğine başvuran Rijkaard'ın değişiklik için yine 60.dakikaya kadar bekleme planı, santradan hemen sonra kaptırılan topun ağlarla buluşmasıyla hayal kırıklığıyla sonuçlandı. 58'deki Topal-Giovani Dos Santos ne kadar yerinde bir değişiklikse Keita-Emre Çolak değişikliği bir o kadar yanlıştı bana kalırsa. Tamam Keita etkiliydi diyemeyiz hatta zaman zaman alıştığımız performansından çok uzaktı ancak 68.dakikada onun yerine Emre Çolak'ın oyuna dahil olmasını, saha içi başarısı elde etmek adına yapılmış bir değişiklik olarak değerlendirmeye mantığım elvermiyor. Bu değişiklik "Yıldız futbolculara kötü oynadıklarında vazgeçilmez olmadıklarını göstermeniz gerekir" mesajı içeriyordu bence ve iletildi de, Keita çıkarken direk soyunma odasının yolunu tuttu. Abdulkader Keita'nın bu maçtaki performansından çok daha vasat olduğu karşılaşmalarda bile yaptığı birkaç hareketle sonuca direk etki edebilen bir oyuncu olduğunu defalarca izledik ve Emre'den ne kadar çok ümitli olsam da, oyuna girerken bu maçın baskısını kaldırabileceğine inanmıyordum, çıkan oyuncu tabelasındaki numarayı görünce de maçla ilgili tüm beklentilerim o dakika bitti. Şapkadan tavşan çıkar mı diye beklemedim değil ki Giovani The Bunny'nin yarattığı penaltıdan sonra ümitli olmasam da hala bir şansın olduğunu düşündüm. Kalan dakikalarda orta saha iyiden iyiye düşünce Ayhan-Sarp değişikliği geldi ancak maç çoktan bitmişti. 90+2'de takımın yarısından fazlası ilerideyken bile topu yollayabileceği bir arkadaşını bulamayıp yan paslar yapan Sarp'a da ayrıca selam ederim.


Bireysel olarak değerlendirmeye değecek performanslar yoktu denilebilir:
Arda, Jo ve Ayhan bugün topu aldıktan sonra doğru hamleleri bir türlü yapamadılar, Elano bildiğimiz gibi yine iyiydi, Neill'i yine bir çok pozisyonda sinirlendirdiler; hücuma katıldığı 3 pozisyonda da boşta olmasına rağmen pas alamaması çileden çıkmasına sebep oldu, Servet'te bariz bir form düşüklüğü gözüküyor, Sabri ise sakatlığını üzerinden tam olarak atabilmiş değil gibi geldi bana.
Caner yenilen ilk golde hatalı olsa da takım mağlup durumdayken yegane isyan eden oyuncuların başında geliyor bugünkü gibi ama kendisinden beklenilen hücumda bu kadar pozitif işler yapabiliyorken savunma yönünü de geliştirebilmesi. Caner başlı başına iyi yönetilmesi gereken bir projedir ve umarım yanlış kararlar yüzünden bir yeteneğin daha heba olmasına seyirci kalmayız. Son olarak Leo Franco'nun da kötü bir maç çıkardığını düşünmüyorum zaten iki kere gelen Eskişehirspor, ikisinde de geriye dönerken topu da santraya bıraktı. Gollerde tuttuğu yerler tartışılabilir mi? Sanmıyorum, iki golde de yapabilecek çok şey yoktu.


Velhasılıkelam Eskişehirspor, Koray'ın beklenmedik performansı ve golleriyle, sezonun ilk yarısında Fenerbahçe'ye uyguladıkları tarifenin aynısını Galatasaray'a da uygulayarak, lideri İstanbul'a eli boş gönderdi. Bu mağlubiyet, 23.haftada Fenerbahçe'yle aralarında oluşan 5 puanlık farkla şampiyonluk havasına giren futbolcuların ayaklarının tekrar yere basmasını sağlayacaktır.

Erteleme maçlarının galiplerini Bursaspor ve Beşiktaş olduğunu varsayarsak, Bursa 52, Galatasaray 50, Fenerbahçe-Beşiktaş 48 gibi bir puan tablosu ortaya çıkıyor. Şampiyonluk yarışı tekrar alevlendi lige heyecan geldi gibi bir düşünceye sahip olmak isterdim ama beni puan durumu değil güzel futbol heyecanlandırır ve önümüzdeki 10 haftadan böyle bir beklentim yok. Görünen o ki az hata yapanın ipi göğüsleyeceği ve geçen sene olduğu gibi bu sene de, şampiyon olacak takımın oynadığı futbolun gerçekten şampiyonluğu hakettiğinin tartışılacağı bir sezon sonu yaşayacağız.

7 Mart 2010 Pazar

Kilidi Kim Açar?



Dk. 52: Real Madrid 0-2 Sevilla.
Dk. 92: Real Madrid 3-2 Sevilla.

1 Mart 2010 Pazartesi

Köpekler istedi diye atlar ölmez!


John Terry'nin "Yenge de erikmiş, kütür kütür" kod adlı skandalının patlak vermesinden sonra malumunuz Wayne Bridge, John Terry'yle aynı milli takımda oynamayacağını açıklamıştı. İkilinin karşılıklı oynayacakları ilk maçta neler yaşanacağı merakla bekleniyordu. Bahis sitelerinin Wayne Bridge'in JT'nin elini sıkıp sıkmayacağı üzerine bahis açtığını bile okuduk ingiliz medyasında. Sonuç olarak beklediğimiz oldu ve Bridge yüzünü çevirip yürümeye devam etti. Maçtan sonra Bellamy'nin posta koyarcasına yaptığı açıklamaya karşılık, JT'nin Lucescuvari atasözü İngiltere'de suların henüz durulmayacağına işaret ediyor.


Craig Bellamy (Galler milli futbol takımı kaptanı): John Terry'nin nasıl biri olduğunu biliyorum. Onunla ilgili hiçbirşey beni şaşırtmaz. Bu adam hakkında yorum dahi yapmayacağım, bence futbolun içindeki herkes de onun ne mal olduğunu biliyor.


John Terry (Chelsea ve eski İngiltere Milli futbol takımı kaptanı): Asıl onun ne mal olduğunu herkes bilir ama bu yaptığı haddini aşmaktır. "Camdan evlerde oturanlar başkalarına taş atmamalılar".

Endüstriyelleşme : Kirlenen Futbol


Thaksin Shinawatra: Tayland'ın eski başbakanı.
2001 yılında geldiği göreve, beş yıl sonra askeri darbeyle veda etmiş; akabinde de mahkeme tarafından, beş yıl boyunca politikadan uzak dur denmiştir kendisine.


600 milyon sterline yaklaşan servetinin temizliğinden kendisi de şüphe duymuş olacak ki, Premier Lig'de aklama yoluna gitmiştir bu paracıkları. Önce Fulham'a yanaşmış ancak Muhammed El Fayed'den red cevabını alınca yılmamış, cami duvarına işemeye niyetlenip Liverpool'a el atmıştır. Futbol kültürü çarpmada yutan eleman kadar olan bu arkadaşımıza, yakın çevresindeki kimse de Liverpool Taraftarı'ndan bahsetmemiş olacak ki; kendisi sadece götürdüğü teklifle kalmış, pazarlık masasına dahi oturamamıştır. (Bu olaydan 6 sene sonra, George Gillett kulübü satın aldığında; Liverpool taraftarlarının tepkileri, kazanılan bir maçın ardından kutlama yapmak için The Sandon'a gelen Gillett'in oğlunu pubdan kovmaları ve hatta kulübü almak için girişimlerde bulunmaları hala hafızalarda)


Aradan yıllar geçmiş, bir yurtdışı seyahati sırasında askeri darbeyle makamından indirilmiş, ülkeye dönme şansı futbol kültürüyle aynı seviyeye inmiştir. İşte bu zamanlarda -2007 Temmuz'unda- 81.6 milyon £ karşılığında, Manchester City'nin yüzde yetmiş beşlik hissesini alıp başkanlık koltuğuna oturmuştur. Gelir gelmez, takımı Sven Goran Eriksson'a emanet etmiş, "para bok, istediğin transferi yap" demiştir. Ekurileri Roman Abramovic ve Malcolm Glazer'in aksine ilk başlarda, "yıldız adamlar al" deyip CM oynayan başkan triplerine girmemiş fakat 45 milyon euro'yu bastırıp; Vedran Corluka, Elano Blumer, Valeri Bojinov, Geovanni ve Martin Petrov'u aldıktan sonra ekürilerine benzemeye başlamıştır kendisi.




Darbeyle indirildiği görevinden sonra ülke basınında servetine ilişkin çıkan söylentiler, halkı kendisinden iyice soğutmuş; akabinde karısının tutuklanması, Thaksin Shinawatra isminin sonuna soru işareti konulmasına sebep olmuştur. İşte bu dönemde, halkının sempatisini kazanmak için, Taylandlı nedir bilmeyen EPL'ye, hem de tek seferde üç tane birden vatandaşını getirmiştir. Ne, yapılan diğer transferlerden fazlasıyla memnun olan City Taraftarları; ne de The Sun Gazetesi'nin yaptığı şakadan sonra -ki ayrı bir post konusudur- ülkedeki inanılırlığı yerlerde gezen, yeni patronunun verdiği para gözlerini kamaştıran Sven Goran bu saçma sapan transferlere ses çıkartmıştır. -doğal olarak-


Taylandlı istilasından sadece birkaç hafta sonra ise, Thaksin'in koltuğunu sağlamlaştırdığı gün gelip çatmıştır: 10 Şubat 2008. Ezeli rakibini Old Trafford'da 34 senedir yenemeyen City; bu maçta adeta futbol dersi vermiş, rakibine 1.10 veren bahis sitelerini g.t etmiş ve derbinin mavi tarafında Thaksin'e duyulan güvensizliği iyice ortadan kaldırmıştır.


Bir süre sonra, Liverpool'un yıllardır oturmuş kadrosuyla başarıyı yakalayamadığı EPL'de, yeni kadrosuyla Manchester City de yukarılarda tutunamamıştır. 11 Mayis 2008'de, Tuncay Şanlı'nın gol atamadığı maçta Middlesbrough karşısında uğradıkları 8-1'lik hezimet ile 2007-08 sezonu hüsranla sonuçlanmış, tüm futbolcuların karşı çıkmalarına rağmen parayı veren 'düdüğün' son kararıyla, Eriksson kapı önüne konulmuştur.


Yaklaşık bir buçuk sene önce kulubü, Abu Dhabi United Group for Development and Investment'a, 200 milyon £ karşılığında satmıştır. City'nin yeni sahipleri, kendisini o kadar sevmiş olacaklar ki(!), kulubün onursal başkanı ilan etmişlerdir devrik lideri.